Years

2024

2023

2022

2021

2020

2019

2018

2017

Categories

Authors

ARTICLES

Original Article

Bir Üniversite Hastanesinde Çalışan Hekim, Hemşire Ve Sağlık Memurlarının Psikolojik Dayanıklılık, Psikolojik Yıldırma, Şiddete İlişkin Kaygı Düzeyleri Ve Ruhsal Belirti Düzeylerinin Tükenmişlik Düzeyleri İle İlişkisi

Erkal ERZİNCAN,Bülent COŞKUN,Nermin GÜNDÜZ
2022, 6(1), s:25-39

Amaç: Bu çalışmanın amacı bir tıp fakültesi hastanesinde çalışan hekim, hemşire ve sağlık memurlarının tükenmişlik düzeylerini belirlemek ve bununla ilişkili olabilecek değişkenleri araştırmaktır. Yöntem: Çalışma 2013 yılında bir tıp fakültesi hastanesinde çalışan hekim, hemşire ve sağlık memurlarından oluşan 242 kişi ile yürütülmüştür. Katılımcılar Sosyodemografik Form, Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ), Genel Sağlık Anketi (GSA)– 12, Kendini Toparlama Gücü Ölçeği (KTGÖ) ve Olumsuz Davranışlar Anketi (ODA) kullanılarak değerlendirilmişlerdir. Elde edilen veriler t-testi, Mann Whitney U testi, tek yönlü ANOVA testi, Kruskal Wallis testi ve Spearman korelasyon analizi kullanılarak çözümlenmiştir. Verilerin analizinde bir istatistiksel paket program kullanılmıştır. Sonuçların yorumlanmasında p<0,05 anlamlılık düzeyi kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda MTÖ; duygusal tükenme (DT), duyarsızlaşma (D) ve kişisel başarı (KB) olmak üzere üç alt boyutta değerlendirilmiştir. Uzman hekimlerin; araştırma görevlisi hekimler ve hemşire / sağlık memuru gruplarına göre her üç tükenmişlik alt boyutunda da daha az tükenmişlik yaşamakta oldukları saptanmıştır. Çalışmamızda katılımcıların tükenmişlik alt boyutları ile ruhsal belirti düzeyleri, psikolojik dayanıklılık düzeyleri ve psikolojik yıldırma düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler bulunduğu saptanmıştır. Sonuç: Tükenmişliğin sağlık çalışanlarında sık görülmekte olduğu bilinmektedir. Tükenmişliğin önlenebilmesi ve tedavisi için tükenmişlik ile ilişkili değişkenlerin tanımlanabilmesi gerekmektedir. Sonuç olarak çalışmamız bu ihtiyacı göz önünde tutarak bu değişkenleri tanımlamayı amaçlamıştır.


Case Report

Kleptomani ve bağımlılık arasında bir bağlantı var mı?

Gül ERYILMAZ,Alptekin ÇETİN
2021, 5(2), s:33-34

Kleptomani, değerinden bağımsız olarak farklı nesneleri çalma arzusunun engellenemediği klinik bir durumdur. DSM 5 içinde “dürtü kontrol bozukluğu” olarak sınıflandırılmıştır. Alkol kullanım bozukluğu olan, 24 yaşındaki olguda başarılı bir tedavi süreci ardından kleptomani gelişmiştir. Bu olgu özelinde kleptomani, bağımlılık penceresinden de değerlendirilebilir.


Review Article

Sigara Bağımlılığının Farmakolojik Tedavisi

Tijen ŞENGEZER,Caner ASLAN
2021, 5(2), s:35-42

Nikotin bağımlılığı tedavi edilmesi gereken kronik bir hastalıktır. Farmakoterapi, kullanılmaması gereken bir durum yoksa bırakmaya istekli ve kabul eden her hastaya başlanmalıdır. Çalışmalar farmakoterapinin bırakma oranlarını plaseboya göre anlamlı ölçüde arttırdığını göstermektedir. Nikotin replasman tedavisi (NRT), Bupropiyon ve Vareniklin birinci basamak tedavilerdir. Bunlardan herhangi bir tanesi ilk seçeneğimiz olabilir. Birinci basamak tedaviler etkinliği kanıtlanmış, yan etki açısından güvenilir ve onaylanmış tedavilerdir. Sigara bağımlılığı tedavisinde farmakoterapiye bilişsel davranışçı terapilerin eklenmesi ile başarı oranları yükselmektedir. Günümüzde NRT için kullanılan nikotin formları; sakız, nazal sprey, pastil, inhaler ve nikotin bandıdır. Ülkemizde ise yalnızca transdermal bant ve sakız formları bulunmaktadır. Nikotin bantları bizim önereceğimiz şekilde sabit bir dozda kullanılırken diğer tüm nikotin formları hastanın ihtiyacı olduğunda kullanılmaktadır. Nontrisiklik, aminoketon bir antidepresan olan bupropiyon, yoksunluk bulgularından olan depresif semptomlara ve iştah artışına özellikle olumlu etki göstermektedir. Vareniklin doğada bulunan bir alkoloid olan sistisin bitkisinin yapısının modifikasyonu ile geliştirilmiştir. α4β2 reseptörleri uyararak nikotinik agonist etkileri ile nucleus accumbensden dopamin salınımını sağlar. Böylece nikotin yoksunluk semptomlarını azaltır. Vareniklinin kontraendike olduğu çok az durum vardır. Diğer ilaçlarla etkileşim konusunda güvenilirdir. Kombinasyon tedavileri ile başarı oranları artmaktadır.


Original Article

Obezite, Yeme Bağımlılığı ve Duygusal Şiddet Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

Nilüfer SAATCİOĞLU TINKIR,Gül ERYILMAZ
2021, 5(1), s:5-15

Obezite tüm dünya çapında salgına varan niteliğiyle hâlihazırdaki en büyük sağlık problemlerinden biri olarak nitelenmektedir. Günümüzde coğrafi yerleşim, etnik köken ya da sosyoekonomik durumlardan ayrı bir biçimde her yaş ve cinsiyette de obezite görülme sıklığı yükselmiştir. Her alanda olduğu gibi gıda endüstrisinde de gıdaların lezzetini arttırmak amacıyla icra edilen besin modifikasyonları kişilerin duygu durumlarında ve beslenme alışkanlıklarında değişikliklere neden olabilmektedir. Obeziteye neden olan ve bireylerin sosyal yaşamları duygu durumları ve genel psikopatolojilerinde olumsuz sonuçlara yol açan yeme bağımlılığı, gıdalara yönelik hedonik cevapta değişiklikler ve kilo almaya bağlı olarak çok sayıda kronik hastalığa da neden olmaktadır. Her ne kadar günümüzde obezite ile mücadelede obezite cerrahisi bir çözüm yolu olarak gözükse etiyolojine bakıldığında çok karmaşık bir kompleks yapı barındırmaktadır. Altta yatan bağımlılık durumu bazen diyetlerin ve ameliyatlarında netice vermemesine neden olmaktadır. Amaç: Obez bireylerin yeme bağımlılığı, yeme davranışı ve duygusal şiddete maruz kalma düzeyleri ile ilişkili olup olmadığını belirlemektir. Yöntem: Araştırma, İstanbul’da özel bir obezite kliniği merkezine gelen ve çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden kişilerle yapılmıştır. Betimsel nitelikte olan bu çalışmada etik kurul onayı alındıktan sonra demografik soru formu, Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği, Duygusal Şiddete Maruz Kalma Ölçeği ve Hollada Yeme Davranışı Anketi uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya dahil olan 256 bireyin duygusal şiddete maruz kalma düzeylerinin düşük ve %34'ünün yeme bağımlısı olduğu, cinsiyetlerine göre ise yeme davranışlarında farklılık olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. BKİ değerlerinin duygusal şiddete maruz kalmaları üzerinde anlamlı bir etkisi bulunmazken, Yeme Bağımlılığı oranlarına bakıldığında BKİ’si 2529,99 olan preobezlerin %5,7’si, 3034,99 obezlerin %15’i, 3539,99 II. derece obezlerin %41,3’ü, 40 ve üstü morbid obez bireylerin de YB oranlarının %38 olduğu sonucuna ulaşılmıştır. 3539,99 II. düzey obez olan bireylerin 3034,99 I. düzey obez olan bireylerden daha fazla duygusal yeme düzeyine sahip olduğu bulgulanmıştır. Kısıtlayıcı yeme davranışı ile yeme bağımlılığı arasında ilişki bulunmazken, duygusal yeme davranışı ile yeme bağımlılığı arasında negatif bir korelasyon olduğu görülmektedir. Sonuç: Yeme bağımlılığı durumunun özellikle preobez grupta da görülmesi kilonun miktarı ile değil fizyolojik olarak bireylerdeki bağımlılık durumu ile açıklanabildiği görülmektedir. Ayrıca duygusal yeme davranışı ile yeme bağımlılığı arasında negatif yönlü bir ilişki olması da bağımlılığın yine fizyolojik olarak değerlendirilmesi ve bu grup bireyin de aynı davranışsal bağımlılıklardan kumar bağımlılığı gibi tedavi prosedürüne alınması gerektiğini bizlere göstermektedir


Review Article

Kokain Kullanımı ve İlişkili Patolojiler

Mustafa AKAN,Birgül CUMURCU Hatice
2021, 5(1), s:16-24

Hızlıca bağımlılık geliştirebilen uyarıcı bir madde olan kokainin, Avrupa’ da ve Türkiye’ de kullanımı giderek artmaktadır. Kokain kullanımı bireyde psikiyatrik ve fiziksel hastalıklara neden olmakla birlikte, toplumsal ve yasal sorunlara da neden olabilir. Kokain bağımlılığının etyolojisinde genetik, sosyokültürel ve farmakolojik etkenler, öğrenme ve koşullanma ile ilgili bazı faktörler önemli yer tutar. Kokain, psikoaktif ve bağımlılık yaratan etkilerini, zevk alma ve motivasyonu düzenleyen beyindeki limbik sistem üzerinden gerçekleştirir. Limbik sistemin bir parçası olan nükleus akkumbens, kokain etkisine aracılık eden en önemli bölgedir. Kokain kullanımı sıklıkla diğer psikiyatrik hastalıklarla birlikte görülebilir, ayrıca başta santral sinir sistemi olmak üzere diğer sistem organlarını etkileyerek hasara neden olabilir. Bu yazıda, kokainin nörokimyasal etkileri, ilişkili psikiyatrik/fiziksel hastalıklar ve tedavi seçenekleri güncel bilgiler ışığında sunulmuştur.


Original Article

Alkol Kullanım Bozukluğu Olan Bireylerde Dürtüsellik, Yeme Tutumu ve Diğer Değişkenler ile İlişkisi: Kontrollü Bir Çalışma

Sema AKKOYUN,Işıl GÖĞCEGÖZ
2020, 4(2), s:47-53

Amaç: Bu araştırma, alkol kullanım bozukluğu olan ve alkol kullanımı olmayan bireylerde dürtüsellik, yeme tutumu arasındaki ilişki incelenmiştir.
Yöntem: Alkol kullanım bozukluğu olan ve alkol kullanımı olmayan katılımcıların yer aldığı kesitsel bir çalışma olarak yürütülmüştür. Alkol kullanım bozukluğu tanısı
alan katılımcılar NP İstanbul Beyin Hastanesi AMATEM servisinde yatan hastalar ile anket çalışması yürütülmüştür (N=58). Katılımcılar Sosyodemografik Bilgi Formu, Yeme
Tutumu Testi, Barratt Dürtüsellik Ölçeği (BIS-11), Erişkin DEHB Ölçeği ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Alkol kullanım bozukluğu tanısı almış hasta grup (N=58) ve kontrol grubu (N=60) katılımcıları arasında erkek katılımcı sayısının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
Çalışmanın erken erişkinlerle yapıldığı görülmektedir. Araştırma değişkenleri olan yeme tutumu, dürtüsellik ve DEHB boyutlarının hasta grup ve kontrol grupta karşılaştırmaları yapıldığında, yeme tutumu ve dürtüsellik boyutlarının alkol kullanım bozukluğu tanısı almış hasta grup katılımcılarda daha yüksek olduğu saptanmıştır. DEHB boyutlarında ise yalnızca dikkat eksikliği alt boyutunun kontrol grubundan daha yüksek olduğu görülmektedir.
Sonuç: Bu çalışmada alkol kullanım bozukluğu olan hastalarda yeme tutumu, dürtüsellik puanları daha yüksek bulunmuştur.


Review Article

İnternet Bağımlılığına Etki Eden Faktörlerin Gözden Geçirilmesi

Simge ALEVSAÇANLAR CÜCÜ
2020, 4(2), s:54-62

İnternet kullanımı teknolojik gelişmelerle birlikte tüm dünyada her yaş grubundan insan arasında hızla yaygınlaşmaktadır. Bazı kişilerde internetin yoğun, sık ve kontrolsüz kullanımı, internet yolu ile kolayca ve hızlıca karşılanan duygusal ve sosyal ihtiyaçların etkisi ile birlikte bağımlılık gelişebilmektedir. İnternet kullanımı bağımlılık düzeyine ulaştığında ise bir takım sorunlara yol açabilmektedir. İnternet bağımlılığı kavramı DSM 5’de henüz bir bağımlılık olarak yer almasa da internetin ve internette yer alan uygulamaların davranışsal bir bağımlılık meydana getirebilecek şekilde problemli kullanımının etkileri uzun bir müddettir pek çok araştırmacı tarafından incelenmektedir. Bu çalışmada internet bağımlılığını etkileyen faktörlere dair yapılan çalışmaların güncel olarak derlenmesi amaçlanmıştır.


Original Article

Psikiyatri Polikliniğine Başvuran Hastalar Arasında Alkol ve Madde Kullanım Bozukluklarının Yaygınlığı, Klinik Özellikleri ve Komorbiditeleri

Habib Erensoy,Tonguç Demir Berkol,Yasin Hasan Balcıoğlu,Hasan Mervan Aytaç
2020, 4(1), s:5-15

Amaç: Alkol ve madde kullanım bozuklukları ile diğer psikiyatrik bozuklukların birlikteliği sıktır. Ancak genel psikiyatri hastalarında alkol ve madde kullanım bozukluklarının sıklığı ile ilgili çalışma son derece azdır.

Yöntem: Genel psikiyatri polikliniğine başvuran ve herhangi bir psikiyatrik tanı ile izlenen hastalar arasında alkol ve madde kullanım bozukluklarının sıklığını araştırma amacıyla, ardışık 734 yetişkin hasta çalışmaya alındı. Bu hastalara Michigan Alkol ve Madde Tarama Testi (MATT-AM) verildi. MATT-AM skoru 5 ve üzeri olan 47 (%6.4) hastaya madde tarama listesi verildi ve SCID-I’in bağımlılık modülü uygulandı. Daha sonra tanı alan 33 kişiye (%4.5) de SCID–I’in geri kalanı ve SCID–II uygulandı.

Bulgular: Çalışmaya alınan 734 genel psikiyatri hastasının 33’ünde (%4.5) herhangi bir alkol ya da madde kullanım bozukluğu saptandı. Bu 33 hastadan 5’ine (%0.7) alkol bağımlılığı, 26’sına (%3.5) alkol kötüye kullanımı, 3’üne (%0.4) çoğul madde bağımlılığı, 9’una (%1.2) esrar kötüye kullanımı, 4’üne (%0.5) ekstazi kötüye kullanımı, 1’ine (%0.1) eroin kötüye kullanımı, 1’ine (%0.1) biperiden kötüye kullanımı ve 9’una (%01.2) benzodiazepin kötüye kullanımı tanısı kondu. Alkol ve/veya madde bağımlılığı veya kullanım bozukluğu tanısı alan toplam 33 kişiden 7’si (%1.0) borderline kişilik bozukluğu, 2’si (%0.3) antisosyal kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) paranoid kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) narsisistik kişilik bozukluğu, 2’si (%0.3) kaçıngan kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) şizoid kişilik bozukluğu, 1’i (%0.1) bağımlı kişilik bozukluğu tanısı aldı. SCID-I’de 5 kişiye (%0.7) major depresif bozukluk, 3 kişiye (%0.4) bipolar I, 1 kişiye (%0.1) distimik bozukluk, 2 kişiye (%0.3) paranoid şizofreni, 1 (%0.1) kişiye sanrısal bozukluk, 3 (%0.4) kişiye yaygın anksiyete bozukluğu, 3 kişiye (%0.4) panik bozukluk, 1 kişiye (%0.1) agorafobili panik bozukluk, 1 kişiye (%0.1) BTA anksiyete bozukluğu,1 kişiye (%0.1) sosyal fobi ve 1 kişiye (%0.1) travma sonrası stres bozukluğu tanısı kondu.

Sonuç: Bu sonuçlar, genel psikiyatri polikliniğine başvuran hastalar arasında alkol madde kullanım bozukluklarının çok yaygın olmadığını göstermiştir. Özellikle duygudurum bozukluğu, anksiyete bozukluğu ya da kişilik bozukluğu tanısı konan hastalarda alkol madde kullanım bozukluklarını dikkatli sorgulamakta yarar vardır.

 


Original Article

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE RİSKLİ ALKOL KULLANIMINI YORDAYICI BAZI ETKENLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Deniz Eryılmaz,Işıl Gogcegoz,Gul Eryılmaz
2020, 4(1), s:16-20

Riskli alkol kullanımı bireylerin ve toplumun ruh sağlığı açısından önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Madde bağımlılığı 1951 yılında Dünya Sağlık Örgütü (DSO) tarafından hastalık olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Türkiye’deki alkol tüketimi açısından bakıldığında alkol tüketiminin önlenmesi ile erkeklerde tüm ölümlerin %4.7'sinin, kadınlarda tüm ölümlerin % 3.1'inin önlenebileceği öngörülmektedir. Riskli kullanım fiziksel, mental ya da sosyal alanlarda zarar görme riski ile karsı karsıya gelecek miktarda alkol tüketimi olarak tanımlanabilir. Bu araştırmanın evrenini; 2018-2019 öğretim yılında Üsküdar Üniversitesinde eğitim alan öğrenciler oluşturmaktadır. Katılımcıların alkol kullanım seviyelerini belirlemek ve riskli alkol kullanımını saptamak amacıyla Alkol Kullanım Bozukluklarını Belirleme Testi kullanılmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre riskli içiciliği olan bireylerin oranı %6.3’dür. Eğitim düzeyinin artması, erkek cinsiyet ve aile tutumları diğer risk faktörleri arasında sayılabilir. 


Original Article

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN DUMANSIZ KAMPÜS UYGULAMASINA BAKIŞ AÇILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Birgul Kekliltepe,Işıl Gogcegoz
2020, 4(1), s:21-27

Sigara, dünya genelinde kullanımı oldukça yaygın olan, halk sağlığını tehdit eden ve bağımlılık yapan bir maddedir. Sigara içerdiği maddelerden dolayı cilt bozukluklarından kansere kadar pek çok hastalığa sebep olarak Dünya’da milyonlarca kişinin ölümüne sebep olmaktadır ve önlemler alındığı müddetçe ölümler önlenebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde sigara kullanımıyla mücadele kapsamında pek çok çalışma yapılmaktadır. Ülkemizde de son yıllarda sigara kullanımına ilişkin çalışmalar yürütülmektedir. Ülkemizde Dünya’ya örnek olan çalışmalardan birisi dumansız hava sahasıdır. Dumansız hava sahası, halka açık alanlarda sigara içilmeyen ortamlardır. Üniversitelerde de sigara kullanımı oldukça yaygındır. Bunun önüne geçebilmek amacıyla çalışmalar yapılmaktadır. Üniversitelerde de dumansız kampüs uygulamasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışma; Üsküdar Üniversitesi öğrencilerinin dumansız kampüs uygulamasına bakış açısının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışmaya Üsküdar Üniversitesi Çarşı Kampüsü’nde okuyan 414 kişi katılmıştır. Öğrencilere Sosyodemografik Form, Dumansız Hava Sahası Değerlendirme Formu ve Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi verilmiş olup 3 ayrı test üzerinden çalışma gerçekleştirilmiştir. Elde edilen bulgular, sigara içmeyenlerin sigara içenlere göre “Dumansız Kampüs” uygulamasına daha çok destek verdiğini göstermiştir. Ayrıca bağımlılık düzeylerinin istatiksel olarak anlamlı farklılıklara neden olmadığı belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: